Dizide çiçek satarak ailesinin geçimini sağlayan ve tesadüf sonucu şarkıcı olan Hasret’i canlandıran Büyüküstün, “Tomris Giritlioğlu, ‘My Fair Lady’ müzikalinden yola çıkarak oluşturduğu ‘Gönülçelen’ projesini getirdiğinde çok heyecanlandım.
Zaten oldum olası Audrey Hepburn’ün o filmine bayılırdım. Yani bu çingene kızı ‘Bu kadar tatil yeter’ dedirtti” dedi.
Çok uzun zamandır dizilerde oynuyorsunuz. Bir ara, “Dizilere daha ne kadar devam edeceğimi sorguluyorum” dediniz. Neden böyle bir sorgulama içine girdiğinizi açabilir miyiz?
- Dizide oynarken, hayatınızı dizi merkezli programlamak zorundasınız. Açıkçası o açıklamaya yorgun bir anda yapılan bir yorum olarak bakmak gerekir. Çünkü ben oyunculuğu dizi, sinema filmi ve reklam filmi olarak kategorize eden bir oyuncu değilim. Bugüne kadar yer aldığım tüm projeler heyecanlanarak dahil olduğum, seyirci tarafından benimseneceğini düşündüğüm projelerdi. Sadece sinema, uzun yıllar sonra da internet üstünde veya şu anki teknoloji ile DVD olarak yaşayan bir sanat dalı. Filmde oynamak tabii ki beni çok heyecanlandırıyor ama dediğim gibi bugüne kadar dizilerde oynadığım tüm karakterleri de severek, benimseyerek, elimden gelenin en fazlasını yapmaya çalışarak oynadım. Bundan sonra da bu böyle devam edecek. Oyunculukta samimiyet ve sahiciliğin peşindeyim. Çünkü her proje dünyamı zenginleştirdiği gibi oyunculuğa dair yeni adımlar atmama yardımcı oluyor.
“Asi” dizisinin çekimleri bittikten sonra dizi yapmamaya karar verdiniz, 6-7 aydır da ekranlardan uzaksınız. Bu zaman içerisinde neler yaptınız?
- “Asi”nin çekimleri için Antakya’da yaşamak gerçekten çok keyifliydi. Ancak iki yıl evimden uzak kalmak ve dönüşte eve adaptasyon süreci kolay olmadı. Açıkçası bu yaz yurtdışında olmak gibi bir planım vardı ama Yusuf Kurçenli’nin senaryosu tüm planlarımı değiştirdi. “Yüreğine Sor” filmi, içinde olmaktan çok keyif aldığım bir proje. Aynı zam amazon seo anda Karadeniz kültürünü de öğrenme şansı yakaladığım bir film oldu. Çekimler boyunca Rize’de; Ayder Yaylası’nda yaşadım, film için şive ve horon dersleri aldım. Film sonrası, dizi için de hazırlık yapmaya ve karakterin gerektirdiği özellikler için dersler almaya başladım.
ÇİNGENE KIZI ‘BU KADAR TATİL YETER’ DEDİRTTİ
Peki, şimdi yeni bir dizide, “Gönülçelen”de oynayacaksınız. Birkaç yıl dizi yapmama özgürlüğünüz vardı. Neden “Gönülçelen”i kabul ettiniz?
- Yıllardır birlikte çalıştığım Tomris Giritlioğlu, “My Fair Lady” müzikalinden yola çıkarak oluşturduğu “Gönülçelen” projesini getirdiğinde çok heyecanlandım. Zaten oldum olası Audrey Hepburn’ün “My Fair Lady” filmine bayılırdım. Filmdeki sokak çiçekçisini başka bir etnik kültürden, Çingene bir kıza dönüştürdük. Bir etnik kimlik olarak kabulü 16’ncı yüzyıla dayanan Çingeneler, hayata bakışları ve yüzyıllardır yerleşik hayata tam adapte olamamış olmalarından ötürü, bugüne kadar genellikle televizyonda komedi öğesi olarak yer aldı. Yüzyıllardır göçen bu halkın anlatılacak çok fazla şeyi olduğunu düşünüyorum. Özetle bu Çingene kızı, “Bu kadar tatil yeter” dedirtti bana. (Gülüyor)
“Çingenelerin anlatılacak çok şeyi var” dediniz. “Gönülçelen”de neler anlatılacak?
- Dizide baş erkek karakter Murat, müzik konusunda kariyer yapmış, 30 yaşlarında bir akademisyen. Zengin olmasının yanı sıra kuşaklar boyu kökü ıstanbul’a bağlı bir ailede doğup büyümüş. Murat, ıstanbul’un en fakir semtlerinden birinde yaşayan, zengin semtlerinde çiçek satarak evine ekmek götüren Hasret’le bir araya geliyor. Onları bir araya getiren şey ise müzik. Semtin havalı şarkıcısı mahalle düğününde sahne almayı reddedince, yerini Hasret alıyor. Böylece hayatı değişiyor. Bu eğitimsiz ve zaptedilmesi zor ses, daha fazla para kazanıp ailesinin selametini sağlamak adına kendisini Murat’a teslim ediyor. Tabii Murat, “Bu sesi öylesine adam ederim ki, onun geçmişine kimse inanamaz” iddiasını ortaya attıktan sonra! Hasret, Murat’ın ailesinin evine adım attığı andan itibaren bu eğitimin göründüğü kadar kolay olmayacağı ortaya çıkıyor. Hasret’in dobralığı, incelikle düzenlenmiş sosyete kurallarına karşı ilgisizliği ve özgür ruhu, Murat’ın başına bela oluyor. Hasret’in yolculuğu ikisi için de çetin geçecek. Hasret’in dışarıdan bakıldığında değiştiğini düşünenlere cevabı net; kimsenin söküp atmaya yetmeyeceği kökü, hep aynı yerden nefes almaya yetecek.
KIVRAK OLUP OLMADIĞIMI İZLERKEN GÖRECEKSİNİZ
Belli ki çok neşeli, renkli, keyifli, Türk filmi lezzetinde bir proje. Sizi bugüne kadar hep az gülen, soğuk karakterlerde izledik. Hasret, bizi şaşırtacak ama eminim ki size de değişik ve ilginç gelmiştir...
- Evet... Bol şarkılı, bol müzikli, bol danslı bir proje olacak. Bu projeyi kaçırmak istemedim. Çingenelerin özünde göçebe yaşam vardır. “Asi” dizisinde toprağına bağlı, yüzyıllardır aynı toprak üzerinde yaşamış, hayatın anlamını toprakla bütünleştirmiş bir ailenin kızını oynadıktan sonra, hayatı günü gününe yaşamayı genlerine yerleştirmiş bir toplumun içinden gelen bir genç kızı canlandırma fikri, bana büyük heyecan verdi. Dediğiniz gibi bu projede izleyiciler, daha neşeli ve gülen bir Tuba ile buluşacak.
Türk sinemasında Çingene’yi Türkan şoray, Gülşen Bubikoğlu gibi isimler de canlandırdı. O filmleri izlediniz mi?
- Tabi ki izledim. Hemen hemen hepsini hem de. Çingene kültürü dünyanın her yerinde olan, herkesin fikir sahibi olduğu, buna rağmen gizemini her zaman korumuş bir kültür bence. Çingenelerle ilgili her film, insanı kendine çekiyor. Ya da en azından beni...
Hasret rolünü başarıyla canlandırabilmek için dans, şive ve ritim dersleri aldığınızı biliyoruz. Dans konusunda yetenekli misiniz? Bir Roman kıvraklığına sahip misiniz?
- Dans dersleri alırken ve müziklerini dinlerken, zaten onların ruh halleriyle özdeşlik kurma şansı buluyorum. Bunun dışında mahallelerinde onları gözlemlemek de benim için önemli bir çalışma süreciydi. Bu süreç dizi boyunca da devam edecek. Bu proje için ağustos ayından beri Aydın Elbasan’dan şive ve ritim, ıstanbul Devlet Opera ve Balesi sanatçısı Hande Soner’den de şan dersleri alıyorum. Kıvrak mıyım, değil miyim, onu izlerken göreceksiniz...
HASRET, FİŞEK GİBİ BİR KIZ
Etnik bir kültürü yani Roman kültürünü inandırıcı bir şekilde canlandırabilmek için ağustos ayından itibaren ön çalışmalar yaptığınızı söylüyorsunuz. Bu yeterli olacak mı sizce?
- Dersler dışında gözlem yapmak en önemli ön çalışma. Bir de Çingeneliğin tarihi hakkında teorik çalışma yaptım. Nereden geldikleri, tarihte nelerle karşılaştıkları, aldıkları tepkiler, göçebe hayatları, yerleşik hayata geçişleri gibi. Onların da oyunculuğuma yansıyacağına inanıyorum.
Çingene kavminin aslen nereden geldiğini biliyor musunuz?
- Hindistan’dan gelip dünyanın farklı yerlerine dağılmışlar. Avrupa’ya gidenler ‘soylu gezginler’ olarak adlandırılmış. Her yere gidip konaklayabilmeleri için, kraldan özel izin kağıdıyla dolaşıyorlarmış. Bir süre sonra skolastik düşünce etkisinden dolayı fal bakma yetenekleri gelişmiş ve ten renklerinin farklılığından dolayı da cadılık yapıyorlar diye suçlanıp her şehirden kovulmaya başlanmışlar. Konaklamalarına izin verilmemiş. Birkaç yüzyıl sonra yerleşik hayata geçmeye başlamışlar. Ancak hâlâ evlerini yanlarında taşıyan Çingeneler var.
Hasret karakteri için “Güzelliği ve zekası ile herkesi kendine aşık eden bir genç kız” diyebilir miyiz?
- Dobralığı, haksızlığa karşı çıkışı bence daha önde. Evine ekmek götürmek, hayta kardeşini okutmak gibi dertleri var bu kızın. Sokaklarda çiçek satarak büyümüş. Zorlukları iyi biliyor ama derdin içinde boğulmayıp gülmeyi, eğlenmeyi de seviyor. Yani fişek gibi, her yanından hayat taşan biri.
“Sevdaya Durmak” filminde yasak aşkın içinde yer alıyorsunuz. Bir yanda aşka inanmayan bir Çingene kızı, diğer yanda yasak aşk yaşayan bir kadın... Aşkın hallerini oyunculukta deneyimlemek nasıl bir şey?
- Birinde Karadenizli bir genç kız, diğerinde Çingene... Bir sürü halde var olmayı deneyimlemek, farklı kültürlerin derinlerine inmek dolayısıyla başka başka insanlarla tanışmak, sohbet etmek, en iyisini yapabilmek için gözlem yapmak, hayatlarına bir nebze de olsa girmek çok keyifli.
Kategori : MAGAZİN